Disney’in renkli animasyonlarında özgür ruhlu bir yerli prenses olarak tanıtılan Pocahontas’ın gerçek hayat hikayesi, sömürgeciliğin en acımasız yüzünü yansıtıyor. Onun hikayesi, romantik bir aşk masalından çok, bir halkın yok oluşunun sembolü olarak hafızalara kazınmalı.

Masum bir çocuktu, efsane haline getirildi
1596’da bugünkü ABD topraklarında dünyaya gelen Matoaka, halkı tarafından “yaramaz çocuk” anlamına gelen Pocahontas takma adıyla anıldı. Henüz 11 yaşındayken İngiliz denizci John Smith ile karşılaştı. Popüler kültürde bu ilişki romantik bir aşk olarak yansıtılsa da, gerçekte Smith orta yaşlı bir askerken Pocahontas bir çocuktu.

Aralarındaki bağ, bir aşk hikâyesinden ziyade, İngiliz sömürgeciliğinin yerli halkla ilk teması olarak tarihe geçti.
Barış elçisi gibi kullanıldı, sonra kaçırıldı
Pocahontas, İngiliz kolonicilerle yerli halk arasında bir köprü görevi gördü. Ancak bu “iyi niyetli temas”, zamanla İngilizlerin sömürge stratejisinin bir parçasına dönüştü. 1613’te Pocahontas İngilizler tarafından kaçırıldı, Hristiyan yapıldı ve "Rebecca" ismini aldı. Ardından, İngiliz bir tütün tüccarı olan John Rolfe ile evlendirildi.
Bu evlilik İngilizler için sembolik bir “barış” olsa da, Pocahontas için kültürel bir kopuşun başlangıcıydı.

İngiltere’de teşhir edilen bir hayat
1616 yılında eşi ve bebeğiyle birlikte İngiltere’ye götürülen Pocahontas, burada “medenileştirilmiş vahşi” olarak saraylarda, kiliselerde gezdirildi. İngilizler onu, sömürgeleştirme sürecinin başarı sembolü olarak gösterdi.
Ancak bu gösterişli hayatın ardında, kimliğini kaybetmiş bir kadının sessiz çığlığı vardı.
Henüz 21 yaşında trajik bir ölüm
Amerika’ya dönmek için hazırlık yaptığı sırada aniden hastalanan Pocahontas, sadece 21 yaşındayken İngiltere’nin Gravesend limanında hayatını kaybetti. Ölüm nedeni kesin olarak bilinmiyor. Mezarı, küçük bir kilisenin yanında sessizce duruyor.
Ne bir anıtı var ne de üzerine yazılmış büyük sözler. Çünkü onun yaşadıkları, bir masal değil; bir halkın acı dolu geçmişi.





