“Bu Memleketin Sorunu Siyasettir”: Kudretli İktidarın Karnesi Zayıf
Ağıralioğlu, konuşmasının temelini, "Bundan daha iyi bir Türkiye mümkün müydü?" sorusunun üzerine kurdu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en uzun ve en kudretli iktidarı ile karşı karşıya olunduğunu belirterek, iktidarın bu süre zarfında yapamadığı şeyleri gelecekte de yapamayacağını savundu.
Siyasi Sorumsuzluk Alanı: Ağıralioğlu’na göre, siyaset artık problem çözmekten uzaklaştı; çözemediği problemleri mazeretlerle başkalarına devreden bir "siyasi sorumsuzluk alanı" haline geldi. Toplumun, "Siyasetçiler olmasa daha mı kötü olurduk?" sorusuna "Daha kötü olmayabilirdik" yanıtını vermesinin, siyaset kurumunun yaşadığı itibarsızlaşmanın en net göstergesi olduğunu söyledi.
Milletin Aleyhine Açılan Makas: İktidara, milletin duası ve oyuyla yüz yıldır kimsenin arkasında durmadığı kadar "avans" verildiğini hatırlatan Ağıralioğlu, buna rağmen halkın buldukları ile hükümetin buldukları arasındaki makasın milletin aleyhine açıldığını belirtti. Bu nedenle "Daha iyisi mümkündür" itirazını yükseltmek ve memleketi millet iradesiyle teslim almak gerektiğini vurguladı.
Şark Hastalığı ve Kuralın Kral Olması Gerekliliği
Ağıralioğlu, siyasette başarının iyi başlangıçta değil, iyi bitirmekte gizli olduğunu, ancak mevcut iktidarın başladığı yerden savrularak hedeflerini tutturamadığını dile getirdi.
Kuralın Kral Olduğu Ülke İsteği: Konuşmanın kilit eleştirilerinden biri, Türkiye’nin hala "krallarımızın kural koyduğu" bir siyasal iklimde olmasıydı. Batı'nın bu sorunu çözerek kurallara uyanlara iyi insan demeyi öğrendiğini ifade eden Ağıralioğlu, Türkiye’nin de artık "Şark hastalığından kurtulması" gerektiğini savundu. Siyasetin sisteme uymayan evliya olsa tanımayacak, sisteme uyan eşkıya olsa "tamam bu vatandaş" diyebilecek bir riayet hattı geliştirmesi gerektiğini vurguladı.
Ekonomideki Çelişki: Cumhurbaşkanı’nın "Faizin sebep, enflasyonun sonuç" olduğu yönündeki siyasi aforizmalarını eleştiren Ağıralioğlu, bu tür düşüncelerin kişisel kalabileceğini ancak bir devlet başkanının kararlarını alırken bunu birine sorması gerektiğini, aksi takdirde sonuçların milletin aleyhine olacağını söyledi.
Yoksulluk İllüzyonu: "Fakir Sofrasına Oturacak Fakir Bırakılmalıydı"
Ağıralioğlu, AK Parti iktidarının 2000'li yılların başındaki kriz ve siyasal berbatlığın ürünü olduğunu kabul etmekle birlikte, gelinen noktadaki başarı söylemlerinin çarpıklığını gözler önüne serdi.
"Fakir sofralarına oturarak başlayan" bir siyasetçinin, 23 yıllık kudretli iktidarının sonunda "2,5 milyon fakir vardı, şimdi 17,5 milyon fakire bakıyorum" demesini sertçe eleştirdi. Ona göre bu, bir övünç değil, başarısızlığın zirvesidir. Ağıralioğlu, "Sofrasına oturacak fakir bırakmadım demesi lazımdı" diyerek, iktidarın fakirlikle mücadele etmek yerine, artan fakirliğe bakabilmekle övünmesinin siyasi bir illüzyon yarattığını belirtti.
Terörle Muhataplık: "Kürde Küfür, Türk Milletine Hakaret"
Ağıralioğlu’nun terörle mücadeledeki tavizsiz duruşu ve mevcut politikaya yönelik eleştirileri, konuşmanın en dikkat çeken bölümünü oluşturdu.
"Katiller Sürüsü"ne Muhataplık: Şehitlerin verildiği günlerde bile iktidarın tavırlarına tepki gösteren Başkan, "Milletin evlatlarını bu katiller sürüsüyle aynı safta tutamazsınız kardeşim. Haddinizi bileceksiniz" dedi. Öcalan’a mikrofon uzatılmasını, Kandil’e kameralar çevrilmesini ve terör örgütüne muhataplık verilmesini "Türk milletine hakaret" ve "şehide hakaret" olarak niteledi.
Kürtler ve PKK: Öcalan’ı Kürtlerin temsilcisi saymanın bizzat "Kürde küfür" olduğunu, PKK’yı Kürtler için savaşıyor demenin ise "Kürt’e hakaret" olduğunu vurguladı. Terörsüz bir Türkiye’ye evet dediğini ancak bunun Öcalan’la muhataplık, PKK’ya taviz anlamına gelmeyeceğini net bir dille ifade etti.
Asıl Silah: Uyuşturucu: Ağıralioğlu, PKK’nın elinden alınması gereken silahın, uyuşturucu trafiğini yöneten KCK’nın elindeki zehir olduğunu söyledi. İstanbul’da yüz binlerce ailenin evlatlarının madde bağımlılığından şikayetçi olduğunu ve bu durumun ülkenin istikbaline vurulan en tehlikeli darbe olduğunu belirtti.
Kurucu Önder Tartışması: 40 bin kişiyi öldürmüş bir caniye "kurucu önder" vasfı verilmesini ise kabul edilemez buldu. Bu tavrın, 15 Temmuz’da 250 kişiyi öldüren FETÖ liderine "Mehdi demek üzere olmaya" benzediğini söyleyerek, bu memleketin tek kurucu önderinin Mustafa Kemal Atatürk olduğunu hatırlattı.
Tarikatlar, Devlette Durmak ve Liyakat Prensibi
15 Temmuz sonrası tarikat ve cemaat yapılanmalarının devlet içindeki kontrolsüz yükselişini eleştiren Ağıralioğlu, bu durumun siyasetçiye olduğu kadar dine ve topluma da yük olduğunu ifade etti.
Terk Etme Prensibinden Kopuş: Tarikatların özünün malı, makamı ve dünyayı terk etmek olduğunu hatırlatan Ağıralioğlu, bu yapıların paraya, pula ve makama tamah ederek yozlaştığını savundu. Bu yozlaşmanın, toplumda radikal unsurların artmasının önündeki en büyük bariyeri yıktığını belirtti.
"Dergâhta Duran Devlette Durmayacak": Ağıralioğlu, çözümün net bir prensipten geçtiğini söyledi: "Herkes yerinde duracak kardeşim. Dergâhtaysan dergâhta duracaksın. Dergâhta duran devlette durmayacak." En büyük vurgusu, mensubiyetin ödüllendirilemeyeceği prensibineydi. İnsanların neye inanırsa inansın, devlette yükselmenin tek yolunun liyakat olması gerektiğini, aksi takdirde 15 Temmuz sonrası boşalan alanların kontrolsüz bir şekilde doldurulmaya devam edeceğini söyledi.
Adalet ve Mahcubiyet: Sinan Ateş ve Muhsin Yazıcıoğlu Davaları
Ülkücü camia içerisindeki iki büyük adalet arayışına dair kişisel ve vicdani sorumluluğunu dile getiren Ağıralioğlu, bu iki olayın çözümsüz kalmasının kendileri için bir "zillet" olduğunu belirtti.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun Yalnızlığı: Yazıcıoğlu’nun ömrünü adadığı devletine, işkencelerine maruz kaldığı halde küsmediği halde, en ihtiyaç duyduğu anda devleti tarafından bulunamamasını, devletin kapasitesinin karlar altında kalması olarak yorumladı. Bu durumun üzerinden 16 yıl geçmesine rağmen "şöyle yapacağız, böyle yapacağız diye laf etmenin" kendilerine yakışmadığını, bunun bir mahcubiyet ve zillet olduğunu ifade etti.
Sinan Ateş’in Çığlığı: Sinan Ateş suikastının, ülkücü nesil için "başımızdan vurulmuş gibi" bir travma yarattığını söyledi. Ateş’in çocuklarının "baba" çığlıklarının her vicdana yük olduğunu, bu yükün adalet tecelli etmeden kalkmayacağını ve bunun kendileri için namus borcu olduğunu vurguladı. Ağıralioğlu, suikast soruşturmasındaki çarpıklıklara (helikopterden cihaz sökenlerin "hatıra olsun diye söktük" demesi) dikkat çekerek, bu pervasızlığın yargıdaki sorunların zirvesi olduğunu söyledi.
Siyasi Duruş ve Gelecek İddiası
Ağıralioğlu, siyasi yolculuğunda durduğu yerin sabit olduğunu, kendisinin bir yere gitmediğini, etrafındaki insanların fikrinden ayrıldığını savundu. "94'te ne diyorsam bugün de aynı şeyi söylüyorum" diyerek ilkesel tutarlılığını vurguladı.
Meral Akşener’e Hak Teslimi: Altılı Masa sürecinde Meral Akşener’in "Kemal Bey’le kazanılamaz" uyarısının doğru olduğunu, ancak bu itirazı doğru ifade edemediğini belirterek, Akşener’e bu konuda haksız kızıldığını düşündüğünü söyledi.
Sinan Oğan’ın Sorumluluğu: Cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan’ın seçim sonrası tutumu nedeniyle kendisinin değil, onu aday gösterenlerin ve o aday hakkında isabetsiz karar verenlerin hesap vermesi gerektiğini belirterek, "Sinan Oğan’ın hesabını Yavuz Ağıralioğlu’na sormak ne demek?" diyerek muhalefet içindeki fitneye tepki gösterdi.
Neyi Kurtaracağız Kavgası: Ağıralioğlu, sözlerini Türkiye’nin en büyük sorununun "Kim kurtaracak değil, ne kurtaracak" kavgası olduğunu belirterek noktaladı. Ülkenin liyakatli evlatlarının bulunduğunu, ancak onların hak ettikleri mevkilerle buluşmasını sağlayacak adil bir sistemin çalışmadığını vurguladı. Anahtar Parti'nin iddiasının devleti ve milleti ayağa kaldırmak olduğunu ifade etti.





